8. Bölüm…
Hayatın Renkleri…
Barış, Mavi Melek’ten bu bilgiyi aldıktan sonra, bir yol ayrımında olduğunu düşündü ya da her şeyi arkasında bırakıp sevdiğinin elini tutup ters bir yöne gidecekti. Veya bu karışıklığın içine düşecekti…. ki... arandı… Hayat rahat vermeyecek belli ki…
İnsan için çok zor zamanlar ve çok zor kararlar vardır; “ Ne yardan geçebilirsin, ne de serden” işte Barış için de durum tam da böyle… Fakat Barış’ın durumu bundan daha da zor sanırım. İkisinin bir aradalığı ise “İmkansız.” Hem böyle bir yalanın içinde olmak hem de biraz önce Teo’ya aşık olduğunu itiraf ettiği durumu sürdürmek.. Şimdi aşk bir imkansızlık içinde ve en uzun hüzünlü şiir… Sokaklar dar! Gece uzun… Aslı’ya git deme cesaretine hiç sahip değil. O gözlere bakarak… Barış bunu Teo’dan istiyor. Ama Teo’nun bunu yapmayacağını biliyordum. Yanıltmadığı için mutuluyum.
Aslı’nın da kolay kolay pes etmeyeceğini biliyordum da söylediklerinden bu kadar etkileneceğimi bilmiyordum. “İzin ver bir adım atayım, birlikte berbat hissedelim, birlikte karışsın kafamız…” Aslı çoktan “biz” olmuş bile… ve geçen bölüm söylediğimiz gibi bütün dertleri paylaşmaya, hatta yüklenmeye hazır… içinde ne kadar dert varsa onu söküp almaya hazır... Kovulsa bile, kapının önüne konsa bile… “Aşktan… Bunca sevmezsem, çarptığın kapının eşiğinde beklemem…. Hepsi aşktandır, yani aşktan….” (K.Tazeoğlu) O kafasında “biz” olmaya ilişkin güzellemeler oluştursun ve hey hat! Hayaller ve hayatlar… İnsan kendini hayatın değişik renklerinin içinde bulur. Bu renkler bazen o kadar karışır ki birbirine, hangi renk nerede başlar nerede biter bilmezsin. Ne doğrudur, ne yanlıştır?
Beyaz; saflığın, sadeliğin, temizliğin rengidir. Siyah; karışıklığın, karmaşanın, kötülüğün, lekeli olmanın rengidir. Ama ne yazık ki Semih’in dediği gibi, hayat hiçbir zaman siyahla beyaz değildir, grinin bin bir tonu vardır arada… Semih hayatımızda bir örnek… hem de çokça karşılaşacağımız bir örnek. Dolayısıyla söyledikleri insanın kafasını karıştırıyor. Yalanı makul gösteren, gerçeklerin aşkı öldürüldüğünü söyleyen sözleri… Semih’in bu söyledikleri kafaları karıştırsa da, ben hayatı sadeleştirmeden yanayım. İnsanın kendini kandırması en büyük yalandır ve en büyük yüktür benim nezdimde. Olabildiğince iyi olanla kötü olanı, doğru olanla yalan olanı ayırmaktan yanayım. Beyaz olmak çok zor belki ama beyaza en yakın gri olmayı zorlamalıdır insan. Anladığım Barış bunu zorlamış ve bu güne kadar da başarabilmiş biri… İlkeli ve naif olmuş biri Barış… bu gün kendi kontrolü dışında hayatın gittikçe koyulaşan renklerinin içinde buldu kendini. Bocalaması da bu yüzden… İnsanın içine doğduğu aileye karşı sorumlulukları vardır. Barış gibi sorumluluk sahibi insanlar için zorunluluktur bu! Teyzesinin duygusal yaklaşımlarının karşısında yapabileceği çok da bir seçenek yok. Zaten yol ayrımında tercihini buradan yana kullanmış oldu bi kere. Fakat bunu da kabul ettiği andan itibaren de koyulaşmaya başladı grinin tonu… Bu koyuluğun içinde o naif duygunun, aşkın yeri olmadığının da farkında… Nasıl gözlerine bakacak sevdiği kadının, onun beklediği soruların cevabını nasıl verecek? Ki… Hayat da Barış’ı doğruladı zaten… Eğilmez ailesi hiç vazgeçmeyecekler bu arayışlarından…
Barış’ın bir tarafta kafa karışıklığı, diğer tarafta içine de bulunduğu aşkın tutkusu… saçlarının kokusu başını döndürecek kadar… Birlikte muhteşemler… Çok iyi bir ekip oldular…. Eğlendiler, eğlendik… meslelelere birlikte çzüm ürettiler, tamamladılar birbirlerini… Aslı dur durak bilmeyen bir enerjiye sahip. Sınrları zorluypr, kendini aşmaya çalışıyor… Eee zeka da var, daha ne olsun )
İşte bu gel-gitler arasında; yaşanmışlıklara, hayata ve imkansız aşka dair sohbet çok manidardı. Mesajlar yerine ulaştı… “İnsan her şey yaşayabilir, başına herşey gelebilir ama her şeyden çok daha önemlidir gerçek aşk” diyor Berna…Aşk her şeyi aşabilir mi? “Ama bunu anlamak için yaşamak gerekir” diyor Aslı… “Bunun için de cesur olmak” lazım diyor Semih… “Aşk her şeyi anlayabilseydi imkansız aşk olmazdı” diyor Barış! Bunun üzerine onca kitap yazılmış, filim çekilmiş…
“Belki de yaşamaya cesareti olanların yazmaya ihtiyacı yoktur.” Hayat sonsuz bir devinim içinde diyorum ben de… İmkan da imkansızlık da insanın zihininin sınırlarının içinde… yeter ki hayal etmenin sınırlarını zorlayalım… “Hayal etmek her şeyden daha önemlidir” ser Einstein.
Farkı yartan da budur… sınırları zorlamak; birine imkansız gelen ötekine gelmeyebilir… Aslı’nın cesaretini taktir ettim… Yaşamaktan yana Aslı…
İşye! Kim bilebilirdi ki, biraz sonra Aslı’nın hastalanacağını ve suya düşeceğini… Barış’ın çıkgına döneceğini… Başka hiçbir şey aramaya gerek yok, ne ıslak bir bez ne de ateş düşürücü… Sadece elini tutsan, elini tutma cesareti geöstersen yerer aslında… sen elinin kirli olup olmadığını düşünürken, aşk kapıyı çalmadan girer içeri…
Yarın hangi cevapları hazırlayacaksın bilmiyorum? Aslı gözyaşları ile kaldı parkın orta yerinde…
İnsan için çok zor zamanlar ve çok zor kararlar vardır; “ Ne yardan geçebilirsin, ne de serden” işte Barış için de durum tam da böyle… Fakat Barış’ın durumu bundan daha da zor sanırım. İkisinin bir aradalığı ise “İmkansız.” Hem böyle bir yalanın içinde olmak hem de biraz önce Teo’ya aşık olduğunu itiraf ettiği durumu sürdürmek.. Şimdi aşk bir imkansızlık içinde ve en uzun hüzünlü şiir… Sokaklar dar! Gece uzun… Aslı’ya git deme cesaretine hiç sahip değil. O gözlere bakarak… Barış bunu Teo’dan istiyor. Ama Teo’nun bunu yapmayacağını biliyordum. Yanıltmadığı için mutuluyum.
Aslı’nın da kolay kolay pes etmeyeceğini biliyordum da söylediklerinden bu kadar etkileneceğimi bilmiyordum. “İzin ver bir adım atayım, birlikte berbat hissedelim, birlikte karışsın kafamız…” Aslı çoktan “biz” olmuş bile… ve geçen bölüm söylediğimiz gibi bütün dertleri paylaşmaya, hatta yüklenmeye hazır… içinde ne kadar dert varsa onu söküp almaya hazır... Kovulsa bile, kapının önüne konsa bile… “Aşktan… Bunca sevmezsem, çarptığın kapının eşiğinde beklemem…. Hepsi aşktandır, yani aşktan….” (K.Tazeoğlu) O kafasında “biz” olmaya ilişkin güzellemeler oluştursun ve hey hat! Hayaller ve hayatlar… İnsan kendini hayatın değişik renklerinin içinde bulur. Bu renkler bazen o kadar karışır ki birbirine, hangi renk nerede başlar nerede biter bilmezsin. Ne doğrudur, ne yanlıştır?
Beyaz; saflığın, sadeliğin, temizliğin rengidir. Siyah; karışıklığın, karmaşanın, kötülüğün, lekeli olmanın rengidir. Ama ne yazık ki Semih’in dediği gibi, hayat hiçbir zaman siyahla beyaz değildir, grinin bin bir tonu vardır arada… Semih hayatımızda bir örnek… hem de çokça karşılaşacağımız bir örnek. Dolayısıyla söyledikleri insanın kafasını karıştırıyor. Yalanı makul gösteren, gerçeklerin aşkı öldürüldüğünü söyleyen sözleri… Semih’in bu söyledikleri kafaları karıştırsa da, ben hayatı sadeleştirmeden yanayım. İnsanın kendini kandırması en büyük yalandır ve en büyük yüktür benim nezdimde. Olabildiğince iyi olanla kötü olanı, doğru olanla yalan olanı ayırmaktan yanayım. Beyaz olmak çok zor belki ama beyaza en yakın gri olmayı zorlamalıdır insan. Anladığım Barış bunu zorlamış ve bu güne kadar da başarabilmiş biri… İlkeli ve naif olmuş biri Barış… bu gün kendi kontrolü dışında hayatın gittikçe koyulaşan renklerinin içinde buldu kendini. Bocalaması da bu yüzden… İnsanın içine doğduğu aileye karşı sorumlulukları vardır. Barış gibi sorumluluk sahibi insanlar için zorunluluktur bu! Teyzesinin duygusal yaklaşımlarının karşısında yapabileceği çok da bir seçenek yok. Zaten yol ayrımında tercihini buradan yana kullanmış oldu bi kere. Fakat bunu da kabul ettiği andan itibaren de koyulaşmaya başladı grinin tonu… Bu koyuluğun içinde o naif duygunun, aşkın yeri olmadığının da farkında… Nasıl gözlerine bakacak sevdiği kadının, onun beklediği soruların cevabını nasıl verecek? Ki… Hayat da Barış’ı doğruladı zaten… Eğilmez ailesi hiç vazgeçmeyecekler bu arayışlarından…
Barış’ın bir tarafta kafa karışıklığı, diğer tarafta içine de bulunduğu aşkın tutkusu… saçlarının kokusu başını döndürecek kadar… Birlikte muhteşemler… Çok iyi bir ekip oldular…. Eğlendiler, eğlendik… meslelelere birlikte çzüm ürettiler, tamamladılar birbirlerini… Aslı dur durak bilmeyen bir enerjiye sahip. Sınrları zorluypr, kendini aşmaya çalışıyor… Eee zeka da var, daha ne olsun )
İşte bu gel-gitler arasında; yaşanmışlıklara, hayata ve imkansız aşka dair sohbet çok manidardı. Mesajlar yerine ulaştı… “İnsan her şey yaşayabilir, başına herşey gelebilir ama her şeyden çok daha önemlidir gerçek aşk” diyor Berna…Aşk her şeyi aşabilir mi? “Ama bunu anlamak için yaşamak gerekir” diyor Aslı… “Bunun için de cesur olmak” lazım diyor Semih… “Aşk her şeyi anlayabilseydi imkansız aşk olmazdı” diyor Barış! Bunun üzerine onca kitap yazılmış, filim çekilmiş…
“Belki de yaşamaya cesareti olanların yazmaya ihtiyacı yoktur.” Hayat sonsuz bir devinim içinde diyorum ben de… İmkan da imkansızlık da insanın zihininin sınırlarının içinde… yeter ki hayal etmenin sınırlarını zorlayalım… “Hayal etmek her şeyden daha önemlidir” ser Einstein.
Farkı yartan da budur… sınırları zorlamak; birine imkansız gelen ötekine gelmeyebilir… Aslı’nın cesaretini taktir ettim… Yaşamaktan yana Aslı…
İşye! Kim bilebilirdi ki, biraz sonra Aslı’nın hastalanacağını ve suya düşeceğini… Barış’ın çıkgına döneceğini… Başka hiçbir şey aramaya gerek yok, ne ıslak bir bez ne de ateş düşürücü… Sadece elini tutsan, elini tutma cesareti geöstersen yerer aslında… sen elinin kirli olup olmadığını düşünürken, aşk kapıyı çalmadan girer içeri…
Yarın hangi cevapları hazırlayacaksın bilmiyorum? Aslı gözyaşları ile kaldı parkın orta yerinde…
Yorumlar
Yorum Gönder